27 Ocak 2008 Pazar

birazcık bile mutlu olduğum anlarda, dertsiz, tasasız anlarımda, daha önce yazılan kelimeleri ardı ardına dizen adamı tanımıyorum. jamais-vu. son yedi yılının bok gibi geçtiğini söyleyen ben değilim de, gürültü yaptığımda duvarı yumruklayan komşularımdan biri sanki. veya o duvar. o duvarın tuğlalarından birini örüyor gibiyim şu an da. kendimi. yön vermeye çalışıyorum hayata. set the controls for the heart of the sun. yön ver güneşin kalbine doğru. balmumundan kanatlarınla. bir hafta içinde taşınmam lazım. ve uzun zamandır beklenen bir tatil. doğal uyuşturucular. bedenini uçurmaya gidiyorsun. ruhuna eşlik etmesi için. döndüğünde umarım erimiş olur kanatların. ve artık hiçbir yere ulaşmaya çalışmazsın. dertsiz. tasasız. veya yakınarak her gün yine. dersleri, sınavları, parayı, içinde yaşayacağın evleri ve seveceğin bedenleri düşünerek.

15 Ocak 2008 Salı

"çocukluğumun gündüz uykuları
bana gene o mutluluğu verir misiniz?"


Varsayılan tüm yerlerden geçtim. Şu ana kadar. Çocukluğumu içine katmayı bir türlü hazmedemediğim yolculuğum. 2001-2008. Bir uçağın alıp götürdüğü mezartaşı. İçinde yatan gençliğim. Mezarın dışında, ama sadece yazılarla var olan, sadece yazılarla yürüyen bir adam. Ve tarihsiz. Ve zamansız. Onca okul, onca ev, onca otobüsten kalan tek bir anı. Yorgunluğum. Sadece kendi yorgunluğumu değil, geçtiğim okulların, evlerin, otobüslerin de yükünü taşıyorum omuzlarımda. Atlas benim. İçlerindeki her insanın. Her varlığın. Her nesnenin. Her benin. Gördüğüm her göz, dokunduğum her eşya, artık bana unutma isteğinden başka bir şey hatırlatmıyor. Öğretmiyor. Ama ne kadar yol alırsam, o kadar geri gidiyorum. Kendi miladıma. 2001 yılına. Aslında ben mutlu olduğum zamanlar, o nadir zamanlar, geleceği yaşıyor, sadece geleceği düşlüyorum. Şu anım yok. Çocukluğum hariç, mutlu olduğum bazı zaman parçalarını hatırlıyorum, mutlu olduğum bir anı çok özlüyor, fakat anımsayamıyorum.

Bunca şeye rağmen hala nasıl gülebiliyorum, nasıl arkadaşlarımla şakalaşıp, nasıl dans edebiliyorum. Nasıl aşık olmak istiyorum. Nasıl mutlu olmaya çalışıyorum. Dün dahil koskoca yedi yılı hatırlamamaya çalışarak. Unutarak. İçimde bir tek çocukluğumu bırakmaya çalışarak. Küçük Leventiko'yu. Büyümeye çalışan Levo'yu. Belki de bu yüzden şiir yazıyorum. Belki de bu yüzden misketlerimi saklıyorum. O dünyanın artık çok uzak olduğunun nasıl da farkındayım. Ama ben o dünyanın sınırsız mutluluklarını yaşadım. Son yedi yılın acı dolu dünyasını yaşadığım gibi. İkiye ayrılmış ruhum, yaşam umudunu da, ölüm umutsuzluğunu da yan yana taşıyor. Birbirlerini yok etmeye çalışan, bir anne karnındaki iki cenin gibi.

Bu savaşın bittiği gün, kendime şöyle diyeceğim: Artık tekrar çocuksun. Yanımda kardeşim de olur belki, ve sokağa çıkıp top oynarız, güneş batana, ve annem yemeğe çağırana kadar bizi. Veya çok sevdiğim birisine anlatırım bu düşümü. Artık yolculuk etmiyorken. Çocuklarım evde top oynuyorken. Belki bir öğlen uykusunda. Sonsuza dek sürecek bir düşü düşlerim. Şu sözcükleri sıraladığım değersiz anı hatırlamaksızın.

13 Ocak 2008 Pazar

Yalnız değilsin, Tezer seninle, hissettikleri seninle.

"Özlemlerim kalmadı. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun.

Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum."

7 Ocak 2008 Pazartesi

bir adamın zihni
yıkılmış saat kulesi.

5 Ocak 2008 Cumartesi

yeniden ve yeniden yazmak. aynı şeyleri. oda sıcak. bahçemde tutmuş karlar. baharda bile inmediğim bahçemde. bahçeyi daha iyi görebilmek için açtığım pencerede soğuyan hava. insan ilişkileri doğadan bağımsız değil. ilişkisizlikleri de. bir şeye odaklandığın zaman, yani odak noktası olmaktan çıktığın zaman, arkandaki duvarı görünce ve önündeki bahçeye atlamadan, bulunduğun yeri kavraman imkansız, fakat çevreyi boş veriyorsun. gözlerini kapatırken. konumlanmıyorken. ne geri gidiyorsun artık ne de ileri. yukarı bile değil. şimdi olduğun yerdesin. istediğin yere gidebilirsin. istediğin yere gidebilirsin ama istediğin kişiyle değil. istediğin kişi olabilirsin. ama istediğin yerde değil. unuttun bunları. hepsini unuttun. peki ne kaldı geriye. odanın sıcak olduğu mu. hayır. yazarken kendini bulduğun. yine de gidiyorsun.

2 Ocak 2008 Çarşamba

üşüyorum. hiç üşümeyenlerin bile bildiği şiirlerdeki gibi. "üşüyorsan ceketimi al, günün en güzel saatleri bunlar. yanımda kal." yanından geçtiğim kimi kişilerin ceketlerine, atkılarına, eldivenlerine dokundum. zaman içinde. hiçbirine yanımda kal demedim. git de demedim. ne ceketimi verdim ne onlardan ceket aldım. sadece dokundum. elini musluğun altına koyar gibi, sıcak suda duş alır gibi, yağmurun altında saatlerce beklemiş gibi değil, hiçbir ıslaklık bırakmadan, belki de hiç ıslanmadan. hiç kimseyi kendimden korumadım. kandırmadım. sadece kendimi. o da onlarlayken. bunları ancak şimdi kendime söyleyebilirim. çünkü onlarla değilim. bir tanesiyle bile. bir tanesine bile neden yanımda kal demediğimi neden şimdi bu kadar iyi anlıyorum. ben doğmadan on üç gün önce öldü. bir tek onu gerçekten sevebilirim, onla yaşlanabilirim, ona ceketimi verebilirim. yanımda kal diyemem yine de.